------------------------------ --------------------------------------------------
Bilge Orhunlu
--------------------------------------------------------------------------------
“Mütareke basını” sözü, özellikle son yıllarda çok sık kullanılmaya başlanılmıştır. Bu deyim, kısaca, Millî Mücadele tarihimizde yaşanmış bir kısım basının ihanet tavrına verilen addır!
30 Kasım 1918’de Mondros Mütareke (=ateşkes) Antlaşması imzalandıktan sonra girilen süreçte, Türkiye’de kişiler ve kuruluşlar, dayandıkları ve bulundukları tarafları açıkça tayin etmişlerdir. Bu belirginleşme sonucunda, bir kısım yazar ve düşünürler, Millî Mücadeleyi (Milliyetçileri/Ulusalcıları) tutarken, diğer bir kısım yazarlar ise, Millî Mücadele aleyhine tavır alarak, işgalci emperyalist devletlerle aynı bakış açısını ve onların menfaatlerini savunmuşlardır. İşgalci devletlere karşı konulmamasını, onların isteklerine uyulmasını, hatta Yunan işgaline bile onları büyük devletler gönderdiği için karşı çıkılmamasını istemişler ve zehirli yayınları ile halkı bu yönde ikna etmeye çalışmışlardır!
Bu bakımdan, Mütareke basını, işbirlikçidir, yaranmacıdır, millî hareket ve tepkilere düşmandır! Mütareke Basını, emperyalizme karşı direniş ve direnişçilere kötü gözle bakmış; onları adeta emperyalistlere ihbar etmiştir! Bu sebeple Mütareke basını sömürge zihniyetlidir!
Buna karşılık; 1919 ve 1920’lerde, “Sivas” ve “Ankara” demek, emperyalizme bir karşı duruş demektir!.. Bağımsızlık ve kurtuluş kavgası demektir!.. Haysiyet ve şeref mücadelesidir!.. Bu kapsamda, Heyet-i Temsiliye bir hareket noktası, Millî Meclis ise Türk’ün yeniden dirildiği bir devrim yuvasıdır!..
İşte bu millîci ve anti emperyalist, bağımsızlıkçı mücadelenin karşısında yer alan basın, tarihimizde “Mütareke Basını” adıyla yer almıştır!
Millî Mücadele’nin karşısında olan basın, Alemdar, Peyam, Sabah, Peyam-ı Sabah, Köylü, Ferda gibi gazetelerdir.
Bu tavrın içinde yer alan yazarlar, Ali Kemâl, Refî Cevat, Refik Halit gibi kişilerdir. Kezâ Ahmet Emin (Yalman) gibi yazarlar da sürekli olarak manda taraftarlığını ve bunun yararlarını savunmuşlardır.
Yine bazı parti ve dernek gibi kuruluşlar da Millî Mücadele aleyhine ve işgalci devletler lehine yayınlar yapmışlardır! Meselâ Teâlî İslâm Derneği, yayınladığı bildiriler ile Millî Mücadeleyi ihanet gibi gösterip, İngilizlere teslim olunmasını telkin etmişlerdir!
Ayrıca, bu Mütareke basını mensupları, aynı zamanda diğer bazı basın mensuplarını da yanlarına alıp Wilson İlkeleri Derneği, İngiliz Severler Derneği gibi dernekler kurarak, Amerika ve İngiltere mandası için faaliyette bulunmuşlar ve Amerika ile İngiltere’den açıkça manda ve himaye istemişlerdir.
Aşağıda, bu tavırları savunan bazı kişilerin yazıp söylediklerinden bazıları, geleceğe ders olması bakımından birer tarihî belge olarak aktarılmaya çalışılmıştır. Yazıların kolay anlaşılması için esası bozmadan bazı kelimeler sadeleştirilmiştir.
Ali Kemal
Millî Mücadeleye olan düşmanlığından dolayı Türk Tarihi’nde “Mütareke Basını” deyiminin sembolü olmuş bir kişidir.
“Biz bu müthiş yangından bir şey koparabilmek, hiç olmazsa millî birliğimizi temin eylemek için İngiltere’ye dayanmamız, İngiliz mandaterliğini talep eylememiz elzemdir. Zira bu müşkül dakikalarımızda, on yıldan beri geçirdiğimiz elim ve feci tecrübelerden sonra bu uzak görüşlülüğü gösteremez isek emin olmalıyız ki, bu savaştan koca bir devlet yerine serseri bir aşiret, bir hanlık halinde çıkabileceğimiz ve devletimizin, vatanımızın, milletimizin kesin olarak parçalanmasına şahit olacağız.
Türkiye’yi bugünkü korkunç durumundan en az bir zararla kurtarabilecek bir devlet varsa ancak İngiltere olabilir, fakat İngiltere’nin bu fedakârlığı seçmesi için Türkiye’nin o yanlış yollara bir daha düşmeyeceğine, o türedilerin bir daha atlarını oynatmak için bu topraklarda müsait bir zemin bulamayacaklarına inanmaları lâzımdır.
Bundan ötürü, bu kanaati onlara telkin etmek, Türklerin (bundan sonra) o serserilerin tahrikatına kapılarak felâket ve musibetlerimizi hazırlayan o bilinen maceralara atılmayacaklarına inandırmak için idari işlerimizin düzenlenme ve ıslahını İngilizlere vermeleri, başka deyişle kısa bir zaman için İngilizlerin siyasî değil, fakat idarî velayetlerini kabul eylemekle mümkündür.
Bu sayede İngilizler zabıtamızı, adliyemizi, maliyemizi, bayındırlığımızı düzenleyecekler ve Türkler de geleceğin kaygısından uzak kalarak yaratılıştan gelen ve kalıtımsal meziyetlerini, yeteneklerini geliştirmeye muvaffak olacaklardır.” (7 Ağustos 1919, Sabah) (1)
“Kuyucu Murat Paşa, Celâlîlere nasıl muamele etmişse, Kuvayı Milliye’ye de öyle muamele edilmelidir. Maiyetindekilerin yakında, zorba yamağı Cafer Tayyar şaklabanını, elini kolunu bağlayıp Hükümete teslim etmesi beklenir. Saltanata bağlı halim selim Anadolu halkı da Mustafa Kemâl şakisine haddini bildirecek.” (20 Nisan 1920, Peyamı Sabah) (2)
“Padişahımızdan adalet bekleriz. Bu canilerin cezası çabuk ve şiddetli verilmelidir.” (29 Nisan 1920, Peyamı Sabah) (3)
“Hükümet önce, Anadolu’nun henüz istilaya uğramayan yerlerini Mustafa Kemâl’lerden, Ali Fuat’lardan, o ipsiz sapsız, akılsız, fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir.” (5 Ağustos 1920, Peyamı Sabah) (4)
“Büyük Millet Meclisi üyeleri figürandır, kukladır. Bunların bu millete, Anadolu Türküyle ne irfanca, ne nesilce, ne fikirce, ne yazıca ilgileri yoktur ki başka türlü bağları olsun. Bir ne idüğü belirsiz hizip, haricen ve dahilen dilediğini yapıyor.” (1 Eylül 1920, Peyamı Sabah) (5)
“Ankara’nın, bu hoppaların derdiyle yine fırsatı kaçırdık. Bu idrakte, bu irfanda, bu kıratta adamlar böyle bir hükümeti değil, ufak bir aşireti bile yönetemezler.” (13 Şubat 1921, Peyamı Sabah) (6)
“Hiddet ve şiddet, şarlatanlık ve şaklabanlık para etmez. Ankara’yı büyük devletlere kabul ettirebilmek için ordularımızı Viyana kapılarına kadar sevk etmek icap etmez mi? Savaş olmazsa Ankara kahramanları yaşayamazlar, küflenirler, sönerler. Savaştan vazgeçmek lâzımdır.” (23 Kasım 1921, Peyamı Sabah) (7)
“Teşkilatı Esasiye Kanunu’na dair Ankara’da cereyan eden görüşmeleri hayretle, üzüntüyle, hatta dehşetle okuyoruz. Zavallı Anadolu ne ellere düştü. Yunan’a ve başka düşmana hacet yok. Bu kuru kafalar yeterli. Onlar, Yunan’ı Afyon’a kadar getirmekten başka biş iş yapmadı.” (11 Aralık 1921, Peyamı Sabah) (8)
“Bu devletin çöküşünü durdurmak için yine Saltanat’a ve Hilâfet’e bel bağlamalıyız.” (13 Aralık 1921, Peyamı Sabah) (9)
“Bu milletin mukadderatı, ihtiraslı ve fırsatçı başıbozukların elinden bir an önce alınmazsa devletin başına en büyük müsibet gelebilir.” (16 Nisan 1922, Peyamı Sabah) (10)
“Bugün aynı halde, aynı mevkideyiz. İzmir felâketi zuhur ettiği zaman merkezî hükümetin akıllı ve uyanık siyasetini iptal ederek Anadolu’da Kuvayı Milliye’yi kuranların, bu devlet ve milleti alışıldığı gibi her bakış açısından ne felâkete sevk ettiklerini biz muhalifler ta başlangıçtan tereddütsüz, pervasız söyledik… Her gün lâhana yapraklarında buram buram gelişen bu çirkin isnadatı daha ziyade tarife hacet görmüyoruz. Baldıranları, ısırganları andıran o kaba çiçekleri basınımızda görmeyen kaldı mı ki?” (20 Temmuz 1922, Peyamı Sabah) (11)
“Ankara’nın direnme siyaseti, bizi götüre götüre bir berzaha düşürdü. Millet için bıçak kemiğe dayandı. Müttefiklerin yeni bir kararlarına karşı gelmek yerine yakınlık göstermek lazımdır.” (1 Temmuz 1922, Peyamı Sabah) (12)
“Üç yıldan beri Ankara İtilaf Devletlerine karşı böbürlenme tavrı takındı. Halbuki millî haklarımızın kazanılması için en emin ve en kestirme yol bu devletlerin Doğu siyasetlerini, siyasetimize rehber yapmak, genel menfaatimizi onlarınkiyle uzlaştırmaktı.” (3 Ağustos 1922, Peyamı Sabah)
(13)
“Büyük Millet Meclisi, millî hakimiyeti temsil edemez. Millî hakimiyeti ancak Hilafet ve Saltanat temsil edebilir. Ankara’daki şımarık herifler, artık durunuz. Haddinizi biliniz. Şarlatanlık elverdi. Hokkabazlık yeter!” (18 Ağustos 1922, Peyamı Sabah) (14)
Ve Ali Kemâl’in son yazısı, Peyam-ı Sabah’ta 10 Eylül 1922’de yayınlanan “Gayelerimiz Birdi ve Birdir” başlığıyla çıkan yazı olur. Bu yazıda, hem zafere sevindiğini belirtir hem de hâlâ aynı görüşte olduğunu ifade eder. Fakat ertesi gün (11 Eylül 1922’de) gazeteden atılır. Gazetenin sahibi Mihran Efendi, gazetenin adından Peyam adını çıkartarak tekrar Sabah yapar. Ali Kemâl’i attıktan sonra 13 Eylül 1922 sayılı nüshasında Mustafa Kemâl’e “Başkumandanımız” der ve ağız değiştirerek Ankara yanında yayın yapar. 15 Eylül’den itibaren Sabah adıyla yayın yapmaya başlar. Mihran Efendi, başına bir iş gelmesinden korkar ve her şeyini satarak Avrupa’ya kaçar. Ali Kemâl ise Eylül 1922’de berberde yakalanır ve İzmit’e götürülür. Orada öldürülür.
Refi Cevat (Ulunay)
1890 yılında Şam’da doğmuştur. Önce İttihatçı karşıtlığı, Mütareke döneminde ise Millî Mücadele düşmanlığı yapmıştır. İngilizcidir. 150’liklerdendir. Sürgün döneminin çoğu Paris’te geçmiştir. 1938 yılındaki afla Türkiye’ye dönmüş ve Yeni Sabah ile Milliyet gazetelerinde çalışmış, 1968 yılında ölmüştür.
“Siyasette hangi yol? İngiltere’nin eğilim duyduğu taraf şimdiye kadar siyasetin hiçbir safhasında hiç iflas etmemiştir, edemez. Menfaatimizi, İngiltere’nin müttefikleriyle bize açacakları ana siyasette görüyoruz.” (6 Ocak 1919, Alemdar) (15)
Ermeni tehciri bahanesiyle yapılan tutuklamalar sırasında insanlıktan çıkmış bir nefreti dışa vurarak şöyle yazar:
“Sehpalar bu adamlara lâyık değildir. Koparılması lâzım gelen bu kafalar kütükler üzerinde kesilip günlerce ibret taşında kalmalı.” (12 Mart 1919, Alemdar) (16)
“Tutuklamalar gözümüzü doyurmadı. Daha çok şiddet! Daha çok şiddet! Daha çok şiddet!” (13 Mart 1919, Alemdar) (17)
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal bey hakkında ise nefretini şu sözlerle kusar:
“Özellikle dünya kamuoyunun aleyhimizde ciltler dolusu eserler yazmasına sebep olan katletme davaları hiç şüphesizdir ki, dünya kamuoyunu lehimize çevirecek edecek ve bundan bütün millet ve vatan yararlanmış olacaktır.” (11 Nisan 1919, Sabah) (18)
“O (Kemal Bey) bir kol idi. Şeriatın kuvvetli satırı, insanlık için zararlı bir unsur olan bu kolu kopardı. Sıra onu düşünen dimağlardadır. Bu kafalar, taşın altında ezilmeli, onlar nasıl milletin kadınlarını dul bıraktılarsa kendi kadınları da dul kalmalı...” (12 Nisan 1919, Alemdar) (19)
“Onun cenazesi, dört hamal ile mezarına gönderilmeliydi.” (15 Nisan 1919, Alemdar) (20)
Diğerleri gibi Refi Cevat da İngilizciliğini açıkça yazar:
“İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak. İngiliz mandası için İstanbul’da 24 saat içinde 40 bin imza toplandı.” (21 Nisan 1919, Alemdar) (21)
“Biraz nur, biraz hayat: Elde kuvvet olmadıktan sonra ‘son neferimize kadar hayatımızı feda ederiz’ demek faydasızdır. Şimdiye kadar çok öldük. Artık ölmeyeceğiz. Acele yardıma ihtiyacımız var. İngiltere uzanacağımız dost eli tutacaktır. Son kozumuzu ortaya fırlatıyoruz. Bizi takviye etmesini istediğimiz İngiltere’nin Doğu ile, özellikle memleketimizle büyük bir ilgisi vardır.” (22 Mayıs 1919, Alemdar) (22)
“Yegâne dostumuz olan İngiltere, bugün de bizi şu durumdan kurtaracak yegâne kurtarıcımız olabilir. Öncelikle tamamiyet ve bağımsızlık, ondan sonra İngiltere’den himaye ve yardım talebi…” (30 Mayıs 1919, Alemdar) (23)
“Türkiye’nin yabancı bir devlete dayanması şarttır. Bu devlet İngiltere’den başkası olamaz. İslâm dininin anahtarını İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslâm âlemi için hiçbir tehlike yoktur. Soruyoruz: Geç kalmıyor muyuz?..” (14 Temmuz 1919, Alemdar) (24)
“Manda ister himaye, ister vesayet anlamında alınsın bağımsızlıkla bağdaşamaz, sözleri karşısında hayrete düştük. Bir millet güvendiği bütün şahsiyetleri iktidara getirdiği halde yararlanamazsa, geleceğimizin malî buhranını gidermeye çare yoksa, bir memlekette kuvvet, para olmazsa ne yapar? Başka bir çare varsa ayıp değil ya, öğrenmek istiyoruz. Bunlar lâfı güzaftır. Bu devlet yaşamak için İngiltere vesayetini kabul etmelidir.” (19 Ağustos 1919,Alemdar) (25)
“Biz de bağımsızlık fikrine şiddetle bağlıyız. Bağımsızlığımızı sağlayabilmek için de kuvvetli bir devletin gözetimine muhtacız. O devlet ki İngiltere’dir, İngiltere olması lazım gelir. Bizi elimizden tutmalı. Elimizde kalan kısımları korumak için tecrübeli bir hocaya ihtiyacımız var. Bağımsızlık diye bağıranlar kötü niyetlidir.” (31 Ağustos 1919, Alemdar) (26)
“İngiltere bizi bizden daha iyi düşünüyor.” (1 Eylül 1919, Alemdar) (27)
“Anadolu’dakiler ne istiyor? Tekrar savaş mı edelim? Unsurlar arasına nifak mı sokalım? Milleti soyup soğana mı çevirelim? Bilfarz Rauf Bey, hangi hakla vatanperverlikten bahsedebilir? Bunlar milleti kırdırmak istiyor.” (27 Eylül 1919, Alemdar) (28)
“Mustafa Kemâl Paşa’nın zor kullanacağına ihtimal verilmez. Fakat işin içinde deliler var. Millî Harekâtı çığırından çıkarıyorlar. Bu harekete ne olursa olsun birkaç yüz kişi sallandırılmazsa, bir hayli adam tutuklanmazsa, kızgın saç üzerinde çıplak ayakla dans ettirilmek filan gibi eğlenceleri olmazsa ondan ne anlaşılır. Bundan Mustafa Kemâl Paşa’nın bilgisi olmadığına inanıyoruz. Çünkü Mustafa Kemâl Paşa’yı deliler arasına yakışmayacak bir zihniyette gördük. Fakat Kuvayi Milliye’nin yaptığı yolsuzluklar bizce gerçektir…” (26 Ekim 1919, Alemdar) (29)
“Daha ne bekliyoruz? İngiltere’nin yönetimini, adaletini sevmekle vatanımın menfaatini sevmiş ve gözetmiş oluyorum.” (1 Aralık 1919, Alemdar) (30)
“Kuvayi Milliye, yılanın zehirini kertenkeleden alması gibi kuvvetini İttihat ve Terakkiden aldığı için, Kuvayı Milliye olmazdı. İttihat ve Terakki’nin yeni şekli olan Kuvayı Milliye, ancak mazlum kanı ile sıcaklık hasıl edebilir. On yıldır top tüfek sesinden kulakları rahatsızlanmamış, adeta kanıksamışlar olacak ki, Kuvayı Milliyeyi kurarak işkencelerini, tekrar bu mazlum millete musallat ettiler. Bu fikre muhalif olanlar vatansız sayıldılar….” (4 Mart 1920, Alemdar) (31)
“Azimli bir hükümet, temiz bir elle Kuvayı Milliye adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?” (16 Mart 1920, Alemdar) (32)
“Nereye Gidiyoruz?
Zavallı memleketimizin felâketi son derekesini buldu…..Anadolu’da Celâlîler gibi türeyen sergerdeler kuvveti zavallı milleti kana ve ateşe boğuyor…. İtilaf Devletleri hükümetin bu canilere karşı eli bağlı durmasını zayıflık ve acizlik değil, belki fikren o kuvvetlerle ortak bulunmasına bağladıklarını kabul etmelidir ki bunun en ağır ve en yaman cezalarını da yine bu kötü talihli millet çekmektedir.” (20 Mart 1920, Alemdar) (33)
“Kendilerine haksız yere Kuvayı Milliye adını veren, yıllardan beri kanlı pençeleri altında inlettikleri zavallı milletin sakin adını bu son cinayet isteklerinin tatminine âlet etmekten de çekinmeyenlere karşı bütün milletin birleşik sinesinden kopan lânet ve nefret sesine en yiğitçe tercüman olanların başında hiç şüphesiz tarih, Ahmet Aznavur adını kaydedecektir…. Ahmet Aznavur bey, millî olmayan kuvvetlere karşı savaşı genişletmiş ve önemli başarılar kazanmıştır.” (22 Mart 1920, Alemdar) (34)
Anadolu Harekâtını tutan gazetelere çatarak; “Ukala dümbelekleri. Çeteye mensup gazeteler… Zorla değil ya bu memleket İttihatçıları ve İttihatçıların parmaklarını sokarak lekeledikleri Kuvayı Milliye’yi istemiyor. Onların kafalarına vurmak lazımdır. Bu memleket inşallah onların kafalarına adalet kazmasının inmesini yakında görecektir.” (22 Mart 1920, Alemdar) (35)
Anadolu Harekâtını tutan gazetelere çatarak; “Yılan Hışırtısı… Gizlendikleri kovuklardan gözlerini parıldatan yılanlar, nihayet dün dillerini çıkardılar. Bu zehirli yaratıkların kafaları ezilmeli. Bunu Hükümet’in dikkatine sunuyoruz.” (13 Nisan 1920, Alemdar) (36)
“Hükümet’in icraatından memnunuz ve bununla öğünüyoruz. O ne maskaralıktı yarabbi? Kuvayı Milliye adı altında hareket eden eşkıya, İstanbul’da bir şube açmak ihtiyacı duymuş olacak ki, mebus namıyla şuradan buradan birkaç kişiyi Fındıklı Sayı’na göndermişti. Bunlar mebus değil, çetenin yardakçılarıydı. Mustafa Kemâl emrediyor, onlar da ötüyorlardı.” (15 Nisan 1920, Alemdar) (37)
“Kesinlikle anlaşılmıştır ki, Kuvayı Milliye, zehrini İttihat ve Terakki’den alıyor. Zaten böyle olduğunu, takip edilen hatt-ı hareket ispat eylemiştir. Ankara’ya toplananlar hemen hemen genellikle İttihat ve Terakki ile önceden beri uzaktan yakından temas etmiş adamlardır.” (17 Haziran 1920, Alemdar) (38)
Refik Halit (Karay)
İttihatçı karşıtı ve koyu bir Hürriyet ve İtilaf taraftarıdır. Hürriyet ve İtilaf partizanlığı ile Millî Mücadele düşmanlığı yapmıştır. İngilizcidir. 150’liklerdendir. Sürgün döneminde Halep yakınlarındaki Cuniye kasabasında yaşamıştır. 1938’deki aftan sonra Türkiye’ye gelmiş ve Tan gazetesi ile diğer bazı gazete ve dergilerde çalışmıştır. 1965 yılında ölmüştür.
“Bizim için tutulacak yegâne kurtuluş yolu Mütarekeden sonra, hemen İngiltere devletiyle beraber yürümek için siyasî girişimde bulunmaktı. Bunu nedense yapamadık. Memleketin zırlak, çatlak, hımhım bir sesi, bir İttihatçı sesi vardı ki, bütün serap olan ümitlerden sonra hâlâ bu devletin yarını ile uğraşıyor, hâlâ burnunu her şeye sokuyordu…..
Ve özellikle Amerika’nın hayâlî mandasıyla bir hayli vakit kaybettik….. O zaman hükümet doğrudan doğruya İngiltere politikasını takip eylemiş, İngiltere’nin yardımını talep ve emin etmiş olsaydı, yine vakit kazanmış, boş yere lâfı güzaf ile kendimize fena partiler çıkartmış olmayacaktık. İttihatçı gazetelerin büyük bir kısmı da doğrudan doğruya “bağımsızlık” diye bağırıyorlardı. Asıl savunulan nokta “bağımsızlık” değil, İttihatçıların gerçek mahiyetini bilen İngilizlerden uzak kalmaktı…..
Bağımsızlığa bütün kuvvetimizle taraftarız. Fakat bunu yalnız başımıza devam ettiremeyecek bir durumdayız. Mütarekeden sonra doğrudan doğruya İngiltere’ye meyletmiş bulunsaydık, o zaman ortada iyi niyetimiz söz konusu olacak, bu zavallı milletin zorla İttihatçıların eliyle felâkete sürüklenmekten artık bıkmış, usanmış olduğunu medenî âleme açıkça söylemiş bulunacaktık. Bizim için milletlerarası bir yönetim felâkettir. Türkiye veyahut İstanbul milletlerarası bir yönetim ile gitgide Girit’e benzer. Bunu dilemeyiz. Çünkü şimdiye kadar mütereddit bir hareket tarzı takip eylemenin cezasını görüyoruz…..
Bundan ötürü bizim için yapılacak şey, bir tek devletin siyasî beraberliğidir. O devlet de İngiltere’den başkası olamaz, olamaz, olamaz.” (9 Ocak 1920, Alemdar) (39)
“Bunlar Onlar Değil mi?
Kimdir bu millet kurtarıcısı ki, arkadaşları gibi ihtilâl ve isyan silâhı ile kanunları parçalamış, iradeleri yırtmış, pazu zoruyla meydana çıkmış, gururlu ve emredici, “Türk’ü kurtaracağım” diye haykırıyor? Şu Vatan ve Millet menfaatine aykırı olarak girilen savaşta, bugün kurtaracağını iddia ettiği neslin yarısını keşke o zaman Enver’in emri atında, Almanların maiyetinde akılsızca ve müsrifçe harcayıp tüketmeseydi! Kimdir şu hatip ki kürsüden halka “sizi kurtaracağız” diye bağırıyor? Onlar bizim bildiklerimiz değil mi? Millî tüccar olup kanımızı fahişelere emdiren külhanbeyler, çeteler yapıp tabanımızı satırdan geçirten başıbozuklar, ceplerindeki altınlarını namus ve ırza tecavüz için destekleyen uşaklar, damatlar asan, Padişahlar süren nüfuzlu kimseler bunlar değil mi? Artık size kimse ne Osmanlı tahtı, ne de Osmanlı ülkesinin geri kalan kısmını emniyet edebilir?..” (16 Ocak 1920, Alemdar) (40)
“Bizim bağımsızlığımız.
…Durumun lehimize tecellisinden bahsettiği sırada bunun başlıca sebebini “Harekâtı Milliye” olmak üzere ima etmek istiyor. Pek de açıkça ısrar edilmeyen bu imaya ne yalan söyleyeyim epeyce güldük. Hâlâ idrak etmek istemiyorlardı ki, “Harekâtı Milliye” namı altında döndürülen bütün o karışık dolapların maksat ve gayesini artık bilmeyen, anlamayan kalmadı. Neler yapıldığını ve yapılmakta olduğunu da artık kör gördü, sağır işitti.” (20 Ocak 1920, Alemdar) (41)
“Bir zaman Rumeli’de ‘Süngü’ler, ‘Top’lar çıkaran İttihat ve Terakki şimdi de Anadolu’da ‘İzmir’e Doğru’, ‘Müdafaa-i Milliye’ler çıkarıyor. ‘Süngü’, ‘Top’ ne derdi? Bugün ‘İzmir’e Doğru’, ‘Müdafaa-i Milliye’ ne derse onu derdi: Küfür, iftira, meydan okuma, savaş ve hile teranesi… Efendiler, ‘Süngü’ ve ‘Top’ Rumeli’ye hayır getirmemişti. Korkuyoruz ki aynı tezvirler, aynı meydan okuyucular ve aynı aptallıklarla dolu bugünkü ‘İzmir’e Doğru’lar, Müdafaa-i Milliye’ler de sevgili Anadolu’muza felâketler getirmesin?” (30 Ocak 1920,Alemdar) (42)
Refik Halit, 2 Şubat 1920 tarihli yazısında; İstanbul’da toplanan Meclis’e, Anadolu’dan seçilen mebusları şöyle aşağılamaya çalışır:
“Topuna Hoş Amedi.
Merhaba Sivas kuzuları, Ankara keçileri ağıla mı geldiniz? İttihat sürüsünden yeni çobanbaşı, millet paşası mı sizi seçip ayırdı? Tüylerinizi kabartıp, boynuzlarınızı varaklayıp, sırtınızı kınalayıp bize sizi o mu hediye gönderdi? Boynunuzdaki tasmayı da o mu taktı? Kösemendiniz kimdir? Sivas’ın şu Karakeçisi mi? Yoksa Karaman “kahraman” kuzusu mu? Niye Koç Ankara’da kaldı? Âdeti uzaktan mı toslamaktır?...” (2 Şubat 1920, Alemdar) (43)
“Yeni Bir Yavru Daha.
Bereketi bol olsun, başımıza bir Millî daha çıktı, geceler bir Millî daha doğurdu. Millet anamız yine varlığını gösterdi. Ortaya bir Millî yavru daha attı: “Millî Misak”... Aman Allahım! Söylenmesi ne güç, ne çirkin, ne gayrı millî bir kelime!... Galiba Millîler yarım düzineyi geçti….Millî Kongrenin ne fırıldak olduğunu seçimlerde öğrendik. Millî Blok da bir tür dalavere idi.…. Kısaca bu Millîlerin ne biçim marifetler olduğunu cümle âlem anladı, acaba “Millî Misak” nedir?” (2 Şubat 1920, Alemdar) (44)
“Kuvayı Milliye adı altında yaptıkları kötülükleri alkışlaya alkışlaya bu milletin başına bu felâketleri getirenleri asla unutmayınız…” (19 Mart 1920, Alemdar) (45)
“Genel savaşta cahilce hesaplarından başka bir şey göstermedikleri halde, mütarekeden sonra Zaloğlu Rüstem kesilen o serserilerde bir zerre namus ve haya olsa, bir zerre vatan muhabbeti bulunsa, sebebiyet verdikleri bu faciaya karşı beyinsiz kafalarını çoktan patlatırlar, uğursuz varlıklarına nihayet vererek kurban eyledikleri mağdur milletin içten gelen âlicenaplığına mazhar olurlardı.” (23 Mart 1920, Alemdar) (46)
ABD Mandası Taraftarı: Ahmet Emin (Yalman)
Okuyucu mektubuna verdiği cevapta Amerika’yı tercih sebeplerini şöyle açıklıyor: “Amerika tarafsızdır. Türkiye’den uzaktır, çıkar peşinde koşmaz, sermayesi boldur…” (21 Aralık 1918, Vakit) (47)
Kütahya’da sürgünde iken yazdığı yazı: “Vekâlet ve bağımsızlık: Amerikalılar bizim öğretmen ve yol göstericimiz olmalıdır. Bu kararımızı Milletler Cemiyeti’ne de bildirelim. Dünya karşısında eksiğimizi itiraf etmek ayıp değildir.” (7 Haziran 1919, Vakit) (48)
“Dışardan hiçbir izaç ve müdahaleye maruz kalmasak bile, bağımsızlığımızı şimdilik yalnız başımıza devam ettirmeye muktedir değiliz. Bir süre hayırhah bir yol göstericiden ders almaya ve müzaheret görmeye mecburuz.” (31 Temmuz 1919, Vakit) (49)
“Müzahereti bize teklif ettirmelerini beklemek yanlıştır. Bunu biz isteyelim…” (8 Ağustos 1919, Vakit) (50)
“Amerika’nın Türkiye mandasıyla, Türkiye topraklarının sahipsiz olmadığı anlaşılacaktır. Başka bir çözüm tarzı yoktur.” (25 Ağustos 1919, Vakit) (51)
“İddia ediyoruz ki, bizimle sırf insanî açıdan ilgilenecek, sonra kendi kendine çekilip gidecek bir devlet vardır ve o Amerika’dır.” (1 Eylül 1919, Vakit) (52)
ALEMDAR VE PEYAMI SABAH GAZETELERİNE GÖRE: YUNAN İŞGALİNE KARŞI BİR HAREKET YAPMAMAK GEREK!
Alemdar gazetesinin 23 Mart 1920 tarihli nüshasında “Ayın.Elif.Kaf.” imzalı bir yazı yayınlanır. Bu yazıda, işgalci Yunanlılara karşı bir hareket yapılmasının İtilaf Devletlerini kızdıracağı şu şekilde –şerefsizce- hatırlatılır:
“İdrak edilemedi ki, Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletlerinin kırgınlığına sebep olur….. Yunanlılar İtilaf Devletlerince işgaline muvafakat edimli olan bütün havaliyi istila etmişlerdir. Bu durum bir gerçek, fakat pek acı bir gerçek şeklinde karşımızda dururken ve feci gerçeği görmemek için ancak deli olmak lazım gelirken, bir kısmımız Yunanlılardan başka İtilaf Devletlerine karşı da kuvvetimize dayanarak hakkımızı müdafaa etmek kabil olacağı zannına kapıldılar. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!...” (23 Mart 1920, Alemdar) (53)
Kezâ, Ali Kemâl’in yazdığı Peyamı Sabah gazetesinin 12 Temmuz 1920 tarihli nüshasında Adalet Bakanı’nı şu demeci yayınlanır:
Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi’nin demeci: “Hükümet, Yunan ordusunun ileri hareketini protesto etmek niyetinde değildir. Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza dahil olan Mustafa Kemâl’e ceza verme işini yapıyor. Bu hareket zorlukla karşılaşmaz. Mustafa Kemâl’in ordusu haydutlardan, yağmacılardan, sabıkalılardan kuruludur.” (12 Temmuz 1920, Peyamı Sabah) (54)
Rıza Tevfik ve Cenap Şahabettin
Bu sırada, devrin bazı müderrisleri de (üniversite hocaları) işgalci emperyalistlere yaranmaya çalışır bir şekilde Türk kimliğini inkâr ederek, millîci vatanseverlere karşı duruşlarını açıkça gösterirler. Meselâ, 30 Mart 1922 günü İstanbul Darülfünununda (=üniversite) düzenlenen bir konferansta Rıza Tevfik, Türklüğe karşı nefretini şu şekilde açıkça söyler:
“Fuzulî Türk değil, Acemdir. Türkün yüzyıllar boyu bileğinde salladığı kılıcından başka ne var? Hâlâ İstanbul’da oturabiliyorsanız bunu Büyük Devletlerin İslâm âlemine karşı hürmetine borçluyuz.” (55)
Öğrencilerin protestoları üzerine onları tehdit edercesine bağırır ve işgalcilerin emniyetine dayandığını belli eder. Bundan sonra Rıza Tevfik, kürsüden inmek zorunda kalır. Hürriyet ve İtilaf taraftarlarının koruması altında salondan çıkarılır. Bu konferans sırasında Rıza Tevfik’in bu konuşmaları büyük bir tepkiye yol açar. Öğrenciler, okul yönetimine verdikleri dilekçeyle Hüseyin Daniş, Rıza Tevfik, Ali Kemâl, Cenap Şahabettin ve Barsamyan’ı millî hisleri encide edecek harekâtta bulunduklarını belirterek şikayet ederler (56).
Bu kişilerden, Cenap Şahabettin, meselâ, Bursa’nın düşüşünden sonra 8 Temmuz 1920’de yazdığı yazıda şunları söyler:
“Neden üzülüyorsunuz? Yunanlılar bizim menfaatimize çalışıyorlar: Memleketi eşkıyadan kurtarıyorlar!..” (57)
Yine Cenap Şahabettin, 1 Mart 1922 tarihli Revue de Deux Mondes dergisinde yayınlanan demecinde Türklük aleyhinde şunları söyler:
“Türkler bilim ve medeniyet alanında hiçbir şey yapmamışlar, hiçbir eser vücuda getirmemişlerdir. Ne bir mezhep, ne bir felsefe, ne bir sanat yaratmamışlardır. İslamiyet’te yetmiş iki tarikat vardır, bunlardan hiç biri bir Türk tarafından kurulmamıştır. Tefsircilerimiz bir takım naslar etrafına ekler yapmakla yetinmişlerdir. Bunların eserleri tamamıyla skolastiktir. Bu edebiyat dört yüzyıl durmadan Arap ve Acem kaldı, sonra birdenbire batılılaştı, daha doğrusu Fransızlaştı. Her ne kadar halk türkülerimizde bazı güzel eserlere rastlanabilirse de bunlar da o derece önemli değildir.” (58)
Mütareke basınının bu terbiyesizce çıkış ve inkârlarına karşı, millîci basın elbette susmaz ve her zaman gerekli cevapları verirler. Meselâ, Cenap Şahabettin’in bu açıklamasına karşı, Yakup Kadri, 25 Mart 1922 tarihli “Bir Züppenin Tekâmülü” başlıklı yazısıyla şöyle yazar:
“İşte bunlardan (züppelerden) birisi geçenlerde büyük bir Fransız dergisine maneviyatındaki züppelik çıbanının bütün irinlerini dökmüştür….. Evet Türk milletine karşı bu iftiralarda bulunan bir züppe azmanıdır. Züppeliği ilk defa olarak Türk edebiyatına sokmak suretiyle Türk’ün millî kültürüne saldırmış Türk düşmanı bir Türk edibidir ve onun bu sözleri büyük bir Fransız dergisinde Türklerin gerçek mahiyetini ve değersizliğini gösterir bir vesika, bir tanık olarak yayınlanıyor.” (59)
İzmir'de "Köylü" Gazetesi
İstanbul dışında da bazı yerlerde bu tür işbirlikçi basın mevcut olmuştur. Meselâ, İzmir’de çıkan Köylü gazetesinin sahibi Mehmet Refet, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra Yunanlılarla işbirliği yapar ve gazetesi satış yapamaz. Bu gazete, işgal boyunca Yunanlılar tarafından finanse edilir. Gazete İngiliz kurtarıcılığını över.
Köylü gazetesinin 6 Haziran 1921 tarihli nüshasında İngilizler hakkında düşünce babalığa kadar götürülerek şöyle bir yazı yayınlanır:
“Gerçekten Baba Dostu İmiş!
Eski baba dostları vardır; komşuluğun ve kahvenin kırk yıl hatırını sayanlar; mahallede bir haşarı çocuk türedi mi on babası gibi yola getirmeğe, öğütlemeğe başlarlar. Gerekirse kulağını çekmeye kadar giderler. Bizim de eski baba dostlarımız var. Denizlerin ve karaların hakimi olan bu baba dostumuz öteden beri dediğimiz gibi İngilizlerdir.
Her vakit yazdığımız ve sırasını düşündükçe pek acılı olan bu gerçeği ortaya sürdüğümüz gibi savaşın en koyu ve ateş saçtığı günlerde uçaklarla şehrimize attığı bildirilerde ‘Ey Necip Türk Milleti; İngiltere’nin sizin ile bir husumeti yoktur; onun gözü sizin başınıza geçip Türkiye’yi ve Türkleri sefaletten sefalete ve uçurumdan uçuruma sürükleyen bu tutumlarıyla dünya barışını ve insanlar arasındaki yardımlaşma ve kardeşliği tehdit eden kimselerdir’ diyen ve mütareke başlangıcında da ‘Türk âlicenap ve asil bir kavimdir’ hitabesine mazhar eden o koca İngiltere bugün yine en tehditkâr bir durumda iken dünkü nüshamızda geçirdiğimiz notasında da Türklere karşı geleneksel ve tarihî olan dostluğundan ve onlara beslediği sevgi hissi ve sahabetinden söz açıyor; ve artık saptığınız çıkmazdan dönünüz, demek istiyor.
O İngilizler ki bizi arkalamış olmalardı yüz yıl önceden nam ve nişanımız ortadan kalkacak ve bu bakir topraklarımız Moskof facirlerinin kirli çizmeleri altında o vakitten ezilecekti; bu belki de bugüne kadar Ruslaşacak ortadan kalkacaktık….. Yüzyıllardan beri Moskofların bu dileğine engel olan ve biz Türkleri kurtaran hep o İngilizlerdir.
İşte bugün yine İngilizler biz Türklere bir kulak burkması daha yapıyorlar ve diyorlar ki; uslu oturunuz, Bolşevikleri, Afganı, Turan’ı şurayı burayı kurcalamayınız… Tabiidir ki bu öğütleme ne Türk’ün meşru yani padişah ve halifeli hükümetine ve ne de öz Türk olan Türklüğüne, dinine, milliyetine candan sarılan biz Anadolulara değildir.
Bu öğütler, padişahına karşı ayaklanan ve Anadolu’yu baştan başa yakarak en sonunda halvet, safvet ve ismetine Bolşevikliği, o din ve vatan düşmanını davet edenlerdir. Bunun için İngilizler de son notalarını İstanbul hükümeti aracılığıyla Ankara’ya ulaştırmışlardır.
Ankara milletine pek çok fırsatları kaybettiren o Bolşevik hükümeti millet ve memleketin başına bütün felaketleri getirdi. Ele geçen bütün fırsatları kaçırdı. O fırsatlar ki icat etmek lazım gelirken ayaklarımıza kadar gelmişti. Mütarekeyi bozduran, mandaları kaçıran, manatık-ı muavenetleri işgallere, işgalleri istilalara vardıran, istilaları Türk’ün göbeğine kadar yaptıran ve her serseri ve serkeş tutumuyla mülk ve milleti uçurumdan uçuruma sürükleyen hep odur. O Ankara hükümeti değil midir ki Türk’ün elinde ve avucunda kalan bir avuç toprakta bağımsızlık ve inkişaf-ı tammını darbelemiş ve o elim Sevr muahedesini başımıza çıkarmıştır.Yine o Ankara değimlidir ki İzmit’te İngilizlere silah çekerek başımıza dört cihanın belasını toplamıştır.
O Ankara değimlidir ki Londra konferansına velev ki aracısız davet edilmiş ve tanınmış olduğu halde bu nimeti takdir edemeyerek ve bu fırsattan da yararlanma yolunu bilmeyerek Bekir Samiler ile Londra’da görüşmelere giriştiği halde diğer taraftan el altından Bolşeviklerle konuşmayı ve Kars ile Batum’u işgale kalkışmış ve bu tutumuyla da İngiltere’nin teveccüh ve itimadını büsbütün kaçırmıştır.
Bize kalırsa bu son fırsat ve son öğütlemedir. Bu öğütleme bir nota ile İngiltere’den yapılırken bu doğru sözleri Türk’e dost saydığımız Kont Isforza ile Tan gibi Türk’e dost görünen gazeteler ağzından da işitiyoruz. Demek ki dost bildiğimiz ve düşman saydıklarımızın hepsi Ankara’yı itidale davet etmekte bir kafadadırlar. Bunlar aksi haldeki hareketlerin Türkiye’nin nikbet ve felaketini izhar edeceğini ve bütün memleket vebalen Kemalistlere ait ve cari olacağını açıktan açığa ağız birliğiyle söylemektedirler….” (60)
Adana'da "Ferda" Gazetesi
İlk sayısı 1 Arlık 1918’de Adana’da çıkan Ferda gazetesi, 1921 yılına kadar çıkmıştır. Gazete, sürekli olarak işgalcilerin emelleri doğrultusunda ve Millî Mücadele’ye düşman bir şekilde yayın yapmıştır. Hatta kimi yazıları küstahçadır. Sahipleri olan üç kardeş, Alî İlmî Bilgili, Mesut Fani Bilgilî ve Zeynel Abidin, 150’liklerdendir. 1938’deki aftan sonra Ali ve Mesut Türkiye’ye dönmüş, Zeynel ise yerleştiği Bağdat’ta kalmıştır.
“Anadolu, Mustafa Kemâl zorbasıyla mücadele ediyor.” (19 Mart 1920, Ferda) (61)
“Yunan’a hasımız. İngilizleri zaten gücendirmişiz. Ve işte ufaktan ufağa her gün biraz daha Bolşevik siyaseti gösteren eşkıyamız, içlerinde cidden bize hayırhah olanların az olmadığı Fransızlarla da bugün bizi büsbütün bozuşturacak bir vaziyet alıyorlar. Köylümüz korkarım istilasından kurtulamayacağımız Bolşevik hastalığının ne demek olduğunu bilmiyor.” (19 Nisan 1920, Ferda) (62)
“Yalnız Fransızlar Türklerin dostudur.” (20 Nisan 1920, Ferda) (63)
“Hafız Mahmut’un Bildirisi:
Ey ahali! Yunan’ı bile İzmir’den çıkaramayan Kuvayı Milliye denen eşkıya kuvvetine inanmayınız. Bunlar Fransızları Adana’dan nasıl çıkarır?” (20 Mayıs 1920, Ferda) (64)
Toroslara çekilen Adanalılara sesleniyor: “Nereye Efendiler! Adana’yı kurtaracaktınız. Tabana kuvvet kaçıyorsunuz!” (29 Temmuz 1920, Ferda) (65)
“Kahraman Delibaş’ın başarısı üzerine Düzme Mustafa’nın kaçmaya hazırlandığı söylenmektedir. Milliyetçi namı altında milleti soyup mahveden alçakların, hainlerin yakında tamamen belayı bulacakları muhakkaktır.” (18 Ekim 920, Ferda) (66)
“Milliyetçilik ve çetecilik, soygunculuk ve yağmacılık demektir. Onların amacı, milleti soymak, aç bırakmak ve tamamen öldürmektir.” (20 Aralık 1920, Ferda) (67)
İşte “Mütareke basını” budur, bunlardır!..
Bunların sayısı, öyle fazla olmamıştır! Ama işgalci emperyalist devletlere dayandıkları için her türlü imkâna sahip olmuşlar ve sürekli olarak Millî Mücadele’yi engellemeye çalışmışlardır!
Bu bir avuç teslimiyetçi, işbirlikçi yayın ve yazara karşı, İstanbul’da ve yurdun her tarafında birçok yayın, Millî Mücadeleyi desteklemiş ve halkı işgalci emperyalistlere karşı uyardığı gibi, moral ve bilgi vermiştir!..
Mütareke basını, bugünleri anlamak için önümüzde duran tarihî bir örnektir, bir derstir!
Mütareke basını, sürekli olarak zayıf olduğumuzu, “batılı büyük devletler”e karşı gücümüz olmadığını ve onlara karşı koyamayacağımızı, onlara karşı gelmenin ve bağımsızlık istemenin çılgınlık, millîcilerin ise eşkıya kafalı olduğunu; bu sebeplerle “batılı büyük devletler”e boyun eğmemiz ve onlardan yardım talep etmemiz gerektiğini telkin ederek, her türlü direnişi kırmaya, zayıflatmaya ve yok etmeye çalışır!
İşte geçmişin bu dersine bakarak, günümüzdeki Alemdar, Peyam- Sabah, Köylü ve Ferda gazetelerinin hangi yayın olduğunu; kezâ Ali Kemâl, Refi Cevat, Refik Halit ve Cenap Şahabettin ile Rıza Tevfik’in kimler olduğunu görmek zor değildir!..
Nasıl ki, geçmişte işbirlikçi basının telkinlerine itibar edilmedi ise, bugün de çocuklarımıza bu toprakları vatan olarak bırakmak istiyorsak, aynı kararlılık ve uyanıklık ile hareket etmemiz lâzımdır!.. Bu bir vatanseverlik, bu bir insanlık gereğidir!..
Bilge Orhunlu
--------------------------------------------------------------------------------
Notlar
1) Celâl BAYAR, Ben de Yazdım Millî Mücadeleye Gidiş, C:7, Sabah Yay., İstanbul-1997, sah:102
2) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C:II, TTK Yay., Ankara-1994, sah:494; kısmen aktarma Hıfzı TOPUZ, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul-2003, sah:109
3) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C:III, TTK Yay., Ankara-1995, sah:16; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
4) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:160; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
5) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:194; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
6) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:407; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
7) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, TTK Yay., Ankara-1996, sah:160; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
8) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:184
9) TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
10) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:384
11) M.Nuri İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, Der Yay., İstanbul-2002, sah: 344
12) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:504
13) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:565
14) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:587
15) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, TTK Yay., Ankara-1993, sah:86; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
16) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:168; Ferudun ATA, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, TTK Yay., Ankara-2005, sah:141
17) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:169 ATA, Tehcir Yargılamaları, sah:141
18) ATA, Tehcir Yargılamaları, sah:172
19) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:202; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
20) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:205; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
21) TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
22) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:269; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
23) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:291; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
24) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:381; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
25) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:57; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
26) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:80
27) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:81; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
28) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:134; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
29) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:11
30) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:259; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:112
31) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:47
32) TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:112
33) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:53
34) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:54-55
35) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:445; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:112
36) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:482
37) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:485
38) ATA, Tehcir Yargılamaları, sah:257
39) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:28-29
40) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:31-32
41) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:32
42) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:36; İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, sah: 342
43) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:37-38
44) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:39
45) İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, sah: 343
46) İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, sah: 343
47) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:70
48) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:310
49) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:16
50) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:35
51) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:69
52) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:81
53) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:37-38
54) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:123; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109 (Topuz’da bu demeç sanki Ali Kemâl’in yazısı gibi aktarılmıştır-BO)
55) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, Kaynak Yay., İstanbul-2004, sah:180 56) Bu öğrenci protestosu için bknz: SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:175 vd; Zeki ARIKAN, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, Atatürk Ar. Merk. Yay., Ankara-1989, sah: 125 vd.
57) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:206
58) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:179
59) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:179
60) ARIKAN, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, 183-185
61) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:480
62) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:492
63) Gotthard JAESCHKE, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, (C:1), Ankara-1970, sah:99
64) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:49
65) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:148
66) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:249
67) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:335
Türk Yolu Dergisi, Mart-Nisan 10. Sayısın'nda yayınlanmışdır.
Bilge Orhunlu
--------------------------------------------------------------------------------
“Mütareke basını” sözü, özellikle son yıllarda çok sık kullanılmaya başlanılmıştır. Bu deyim, kısaca, Millî Mücadele tarihimizde yaşanmış bir kısım basının ihanet tavrına verilen addır!
30 Kasım 1918’de Mondros Mütareke (=ateşkes) Antlaşması imzalandıktan sonra girilen süreçte, Türkiye’de kişiler ve kuruluşlar, dayandıkları ve bulundukları tarafları açıkça tayin etmişlerdir. Bu belirginleşme sonucunda, bir kısım yazar ve düşünürler, Millî Mücadeleyi (Milliyetçileri/Ulusalcıları) tutarken, diğer bir kısım yazarlar ise, Millî Mücadele aleyhine tavır alarak, işgalci emperyalist devletlerle aynı bakış açısını ve onların menfaatlerini savunmuşlardır. İşgalci devletlere karşı konulmamasını, onların isteklerine uyulmasını, hatta Yunan işgaline bile onları büyük devletler gönderdiği için karşı çıkılmamasını istemişler ve zehirli yayınları ile halkı bu yönde ikna etmeye çalışmışlardır!
Bu bakımdan, Mütareke basını, işbirlikçidir, yaranmacıdır, millî hareket ve tepkilere düşmandır! Mütareke Basını, emperyalizme karşı direniş ve direnişçilere kötü gözle bakmış; onları adeta emperyalistlere ihbar etmiştir! Bu sebeple Mütareke basını sömürge zihniyetlidir!
Buna karşılık; 1919 ve 1920’lerde, “Sivas” ve “Ankara” demek, emperyalizme bir karşı duruş demektir!.. Bağımsızlık ve kurtuluş kavgası demektir!.. Haysiyet ve şeref mücadelesidir!.. Bu kapsamda, Heyet-i Temsiliye bir hareket noktası, Millî Meclis ise Türk’ün yeniden dirildiği bir devrim yuvasıdır!..
İşte bu millîci ve anti emperyalist, bağımsızlıkçı mücadelenin karşısında yer alan basın, tarihimizde “Mütareke Basını” adıyla yer almıştır!
Millî Mücadele’nin karşısında olan basın, Alemdar, Peyam, Sabah, Peyam-ı Sabah, Köylü, Ferda gibi gazetelerdir.
Bu tavrın içinde yer alan yazarlar, Ali Kemâl, Refî Cevat, Refik Halit gibi kişilerdir. Kezâ Ahmet Emin (Yalman) gibi yazarlar da sürekli olarak manda taraftarlığını ve bunun yararlarını savunmuşlardır.
Yine bazı parti ve dernek gibi kuruluşlar da Millî Mücadele aleyhine ve işgalci devletler lehine yayınlar yapmışlardır! Meselâ Teâlî İslâm Derneği, yayınladığı bildiriler ile Millî Mücadeleyi ihanet gibi gösterip, İngilizlere teslim olunmasını telkin etmişlerdir!
Ayrıca, bu Mütareke basını mensupları, aynı zamanda diğer bazı basın mensuplarını da yanlarına alıp Wilson İlkeleri Derneği, İngiliz Severler Derneği gibi dernekler kurarak, Amerika ve İngiltere mandası için faaliyette bulunmuşlar ve Amerika ile İngiltere’den açıkça manda ve himaye istemişlerdir.
Aşağıda, bu tavırları savunan bazı kişilerin yazıp söylediklerinden bazıları, geleceğe ders olması bakımından birer tarihî belge olarak aktarılmaya çalışılmıştır. Yazıların kolay anlaşılması için esası bozmadan bazı kelimeler sadeleştirilmiştir.
Ali Kemal
Millî Mücadeleye olan düşmanlığından dolayı Türk Tarihi’nde “Mütareke Basını” deyiminin sembolü olmuş bir kişidir.
“Biz bu müthiş yangından bir şey koparabilmek, hiç olmazsa millî birliğimizi temin eylemek için İngiltere’ye dayanmamız, İngiliz mandaterliğini talep eylememiz elzemdir. Zira bu müşkül dakikalarımızda, on yıldan beri geçirdiğimiz elim ve feci tecrübelerden sonra bu uzak görüşlülüğü gösteremez isek emin olmalıyız ki, bu savaştan koca bir devlet yerine serseri bir aşiret, bir hanlık halinde çıkabileceğimiz ve devletimizin, vatanımızın, milletimizin kesin olarak parçalanmasına şahit olacağız.
Türkiye’yi bugünkü korkunç durumundan en az bir zararla kurtarabilecek bir devlet varsa ancak İngiltere olabilir, fakat İngiltere’nin bu fedakârlığı seçmesi için Türkiye’nin o yanlış yollara bir daha düşmeyeceğine, o türedilerin bir daha atlarını oynatmak için bu topraklarda müsait bir zemin bulamayacaklarına inanmaları lâzımdır.
Bundan ötürü, bu kanaati onlara telkin etmek, Türklerin (bundan sonra) o serserilerin tahrikatına kapılarak felâket ve musibetlerimizi hazırlayan o bilinen maceralara atılmayacaklarına inandırmak için idari işlerimizin düzenlenme ve ıslahını İngilizlere vermeleri, başka deyişle kısa bir zaman için İngilizlerin siyasî değil, fakat idarî velayetlerini kabul eylemekle mümkündür.
Bu sayede İngilizler zabıtamızı, adliyemizi, maliyemizi, bayındırlığımızı düzenleyecekler ve Türkler de geleceğin kaygısından uzak kalarak yaratılıştan gelen ve kalıtımsal meziyetlerini, yeteneklerini geliştirmeye muvaffak olacaklardır.” (7 Ağustos 1919, Sabah) (1)
“Kuyucu Murat Paşa, Celâlîlere nasıl muamele etmişse, Kuvayı Milliye’ye de öyle muamele edilmelidir. Maiyetindekilerin yakında, zorba yamağı Cafer Tayyar şaklabanını, elini kolunu bağlayıp Hükümete teslim etmesi beklenir. Saltanata bağlı halim selim Anadolu halkı da Mustafa Kemâl şakisine haddini bildirecek.” (20 Nisan 1920, Peyamı Sabah) (2)
“Padişahımızdan adalet bekleriz. Bu canilerin cezası çabuk ve şiddetli verilmelidir.” (29 Nisan 1920, Peyamı Sabah) (3)
“Hükümet önce, Anadolu’nun henüz istilaya uğramayan yerlerini Mustafa Kemâl’lerden, Ali Fuat’lardan, o ipsiz sapsız, akılsız, fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir.” (5 Ağustos 1920, Peyamı Sabah) (4)
“Büyük Millet Meclisi üyeleri figürandır, kukladır. Bunların bu millete, Anadolu Türküyle ne irfanca, ne nesilce, ne fikirce, ne yazıca ilgileri yoktur ki başka türlü bağları olsun. Bir ne idüğü belirsiz hizip, haricen ve dahilen dilediğini yapıyor.” (1 Eylül 1920, Peyamı Sabah) (5)
“Ankara’nın, bu hoppaların derdiyle yine fırsatı kaçırdık. Bu idrakte, bu irfanda, bu kıratta adamlar böyle bir hükümeti değil, ufak bir aşireti bile yönetemezler.” (13 Şubat 1921, Peyamı Sabah) (6)
“Hiddet ve şiddet, şarlatanlık ve şaklabanlık para etmez. Ankara’yı büyük devletlere kabul ettirebilmek için ordularımızı Viyana kapılarına kadar sevk etmek icap etmez mi? Savaş olmazsa Ankara kahramanları yaşayamazlar, küflenirler, sönerler. Savaştan vazgeçmek lâzımdır.” (23 Kasım 1921, Peyamı Sabah) (7)
“Teşkilatı Esasiye Kanunu’na dair Ankara’da cereyan eden görüşmeleri hayretle, üzüntüyle, hatta dehşetle okuyoruz. Zavallı Anadolu ne ellere düştü. Yunan’a ve başka düşmana hacet yok. Bu kuru kafalar yeterli. Onlar, Yunan’ı Afyon’a kadar getirmekten başka biş iş yapmadı.” (11 Aralık 1921, Peyamı Sabah) (8)
“Bu devletin çöküşünü durdurmak için yine Saltanat’a ve Hilâfet’e bel bağlamalıyız.” (13 Aralık 1921, Peyamı Sabah) (9)
“Bu milletin mukadderatı, ihtiraslı ve fırsatçı başıbozukların elinden bir an önce alınmazsa devletin başına en büyük müsibet gelebilir.” (16 Nisan 1922, Peyamı Sabah) (10)
“Bugün aynı halde, aynı mevkideyiz. İzmir felâketi zuhur ettiği zaman merkezî hükümetin akıllı ve uyanık siyasetini iptal ederek Anadolu’da Kuvayı Milliye’yi kuranların, bu devlet ve milleti alışıldığı gibi her bakış açısından ne felâkete sevk ettiklerini biz muhalifler ta başlangıçtan tereddütsüz, pervasız söyledik… Her gün lâhana yapraklarında buram buram gelişen bu çirkin isnadatı daha ziyade tarife hacet görmüyoruz. Baldıranları, ısırganları andıran o kaba çiçekleri basınımızda görmeyen kaldı mı ki?” (20 Temmuz 1922, Peyamı Sabah) (11)
“Ankara’nın direnme siyaseti, bizi götüre götüre bir berzaha düşürdü. Millet için bıçak kemiğe dayandı. Müttefiklerin yeni bir kararlarına karşı gelmek yerine yakınlık göstermek lazımdır.” (1 Temmuz 1922, Peyamı Sabah) (12)
“Üç yıldan beri Ankara İtilaf Devletlerine karşı böbürlenme tavrı takındı. Halbuki millî haklarımızın kazanılması için en emin ve en kestirme yol bu devletlerin Doğu siyasetlerini, siyasetimize rehber yapmak, genel menfaatimizi onlarınkiyle uzlaştırmaktı.” (3 Ağustos 1922, Peyamı Sabah)
(13)
“Büyük Millet Meclisi, millî hakimiyeti temsil edemez. Millî hakimiyeti ancak Hilafet ve Saltanat temsil edebilir. Ankara’daki şımarık herifler, artık durunuz. Haddinizi biliniz. Şarlatanlık elverdi. Hokkabazlık yeter!” (18 Ağustos 1922, Peyamı Sabah) (14)
Ve Ali Kemâl’in son yazısı, Peyam-ı Sabah’ta 10 Eylül 1922’de yayınlanan “Gayelerimiz Birdi ve Birdir” başlığıyla çıkan yazı olur. Bu yazıda, hem zafere sevindiğini belirtir hem de hâlâ aynı görüşte olduğunu ifade eder. Fakat ertesi gün (11 Eylül 1922’de) gazeteden atılır. Gazetenin sahibi Mihran Efendi, gazetenin adından Peyam adını çıkartarak tekrar Sabah yapar. Ali Kemâl’i attıktan sonra 13 Eylül 1922 sayılı nüshasında Mustafa Kemâl’e “Başkumandanımız” der ve ağız değiştirerek Ankara yanında yayın yapar. 15 Eylül’den itibaren Sabah adıyla yayın yapmaya başlar. Mihran Efendi, başına bir iş gelmesinden korkar ve her şeyini satarak Avrupa’ya kaçar. Ali Kemâl ise Eylül 1922’de berberde yakalanır ve İzmit’e götürülür. Orada öldürülür.
Refi Cevat (Ulunay)
1890 yılında Şam’da doğmuştur. Önce İttihatçı karşıtlığı, Mütareke döneminde ise Millî Mücadele düşmanlığı yapmıştır. İngilizcidir. 150’liklerdendir. Sürgün döneminin çoğu Paris’te geçmiştir. 1938 yılındaki afla Türkiye’ye dönmüş ve Yeni Sabah ile Milliyet gazetelerinde çalışmış, 1968 yılında ölmüştür.
“Siyasette hangi yol? İngiltere’nin eğilim duyduğu taraf şimdiye kadar siyasetin hiçbir safhasında hiç iflas etmemiştir, edemez. Menfaatimizi, İngiltere’nin müttefikleriyle bize açacakları ana siyasette görüyoruz.” (6 Ocak 1919, Alemdar) (15)
Ermeni tehciri bahanesiyle yapılan tutuklamalar sırasında insanlıktan çıkmış bir nefreti dışa vurarak şöyle yazar:
“Sehpalar bu adamlara lâyık değildir. Koparılması lâzım gelen bu kafalar kütükler üzerinde kesilip günlerce ibret taşında kalmalı.” (12 Mart 1919, Alemdar) (16)
“Tutuklamalar gözümüzü doyurmadı. Daha çok şiddet! Daha çok şiddet! Daha çok şiddet!” (13 Mart 1919, Alemdar) (17)
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal bey hakkında ise nefretini şu sözlerle kusar:
“Özellikle dünya kamuoyunun aleyhimizde ciltler dolusu eserler yazmasına sebep olan katletme davaları hiç şüphesizdir ki, dünya kamuoyunu lehimize çevirecek edecek ve bundan bütün millet ve vatan yararlanmış olacaktır.” (11 Nisan 1919, Sabah) (18)
“O (Kemal Bey) bir kol idi. Şeriatın kuvvetli satırı, insanlık için zararlı bir unsur olan bu kolu kopardı. Sıra onu düşünen dimağlardadır. Bu kafalar, taşın altında ezilmeli, onlar nasıl milletin kadınlarını dul bıraktılarsa kendi kadınları da dul kalmalı...” (12 Nisan 1919, Alemdar) (19)
“Onun cenazesi, dört hamal ile mezarına gönderilmeliydi.” (15 Nisan 1919, Alemdar) (20)
Diğerleri gibi Refi Cevat da İngilizciliğini açıkça yazar:
“İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak. İngiliz mandası için İstanbul’da 24 saat içinde 40 bin imza toplandı.” (21 Nisan 1919, Alemdar) (21)
“Biraz nur, biraz hayat: Elde kuvvet olmadıktan sonra ‘son neferimize kadar hayatımızı feda ederiz’ demek faydasızdır. Şimdiye kadar çok öldük. Artık ölmeyeceğiz. Acele yardıma ihtiyacımız var. İngiltere uzanacağımız dost eli tutacaktır. Son kozumuzu ortaya fırlatıyoruz. Bizi takviye etmesini istediğimiz İngiltere’nin Doğu ile, özellikle memleketimizle büyük bir ilgisi vardır.” (22 Mayıs 1919, Alemdar) (22)
“Yegâne dostumuz olan İngiltere, bugün de bizi şu durumdan kurtaracak yegâne kurtarıcımız olabilir. Öncelikle tamamiyet ve bağımsızlık, ondan sonra İngiltere’den himaye ve yardım talebi…” (30 Mayıs 1919, Alemdar) (23)
“Türkiye’nin yabancı bir devlete dayanması şarttır. Bu devlet İngiltere’den başkası olamaz. İslâm dininin anahtarını İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslâm âlemi için hiçbir tehlike yoktur. Soruyoruz: Geç kalmıyor muyuz?..” (14 Temmuz 1919, Alemdar) (24)
“Manda ister himaye, ister vesayet anlamında alınsın bağımsızlıkla bağdaşamaz, sözleri karşısında hayrete düştük. Bir millet güvendiği bütün şahsiyetleri iktidara getirdiği halde yararlanamazsa, geleceğimizin malî buhranını gidermeye çare yoksa, bir memlekette kuvvet, para olmazsa ne yapar? Başka bir çare varsa ayıp değil ya, öğrenmek istiyoruz. Bunlar lâfı güzaftır. Bu devlet yaşamak için İngiltere vesayetini kabul etmelidir.” (19 Ağustos 1919,Alemdar) (25)
“Biz de bağımsızlık fikrine şiddetle bağlıyız. Bağımsızlığımızı sağlayabilmek için de kuvvetli bir devletin gözetimine muhtacız. O devlet ki İngiltere’dir, İngiltere olması lazım gelir. Bizi elimizden tutmalı. Elimizde kalan kısımları korumak için tecrübeli bir hocaya ihtiyacımız var. Bağımsızlık diye bağıranlar kötü niyetlidir.” (31 Ağustos 1919, Alemdar) (26)
“İngiltere bizi bizden daha iyi düşünüyor.” (1 Eylül 1919, Alemdar) (27)
“Anadolu’dakiler ne istiyor? Tekrar savaş mı edelim? Unsurlar arasına nifak mı sokalım? Milleti soyup soğana mı çevirelim? Bilfarz Rauf Bey, hangi hakla vatanperverlikten bahsedebilir? Bunlar milleti kırdırmak istiyor.” (27 Eylül 1919, Alemdar) (28)
“Mustafa Kemâl Paşa’nın zor kullanacağına ihtimal verilmez. Fakat işin içinde deliler var. Millî Harekâtı çığırından çıkarıyorlar. Bu harekete ne olursa olsun birkaç yüz kişi sallandırılmazsa, bir hayli adam tutuklanmazsa, kızgın saç üzerinde çıplak ayakla dans ettirilmek filan gibi eğlenceleri olmazsa ondan ne anlaşılır. Bundan Mustafa Kemâl Paşa’nın bilgisi olmadığına inanıyoruz. Çünkü Mustafa Kemâl Paşa’yı deliler arasına yakışmayacak bir zihniyette gördük. Fakat Kuvayi Milliye’nin yaptığı yolsuzluklar bizce gerçektir…” (26 Ekim 1919, Alemdar) (29)
“Daha ne bekliyoruz? İngiltere’nin yönetimini, adaletini sevmekle vatanımın menfaatini sevmiş ve gözetmiş oluyorum.” (1 Aralık 1919, Alemdar) (30)
“Kuvayi Milliye, yılanın zehirini kertenkeleden alması gibi kuvvetini İttihat ve Terakkiden aldığı için, Kuvayı Milliye olmazdı. İttihat ve Terakki’nin yeni şekli olan Kuvayı Milliye, ancak mazlum kanı ile sıcaklık hasıl edebilir. On yıldır top tüfek sesinden kulakları rahatsızlanmamış, adeta kanıksamışlar olacak ki, Kuvayı Milliyeyi kurarak işkencelerini, tekrar bu mazlum millete musallat ettiler. Bu fikre muhalif olanlar vatansız sayıldılar….” (4 Mart 1920, Alemdar) (31)
“Azimli bir hükümet, temiz bir elle Kuvayı Milliye adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor?” (16 Mart 1920, Alemdar) (32)
“Nereye Gidiyoruz?
Zavallı memleketimizin felâketi son derekesini buldu…..Anadolu’da Celâlîler gibi türeyen sergerdeler kuvveti zavallı milleti kana ve ateşe boğuyor…. İtilaf Devletleri hükümetin bu canilere karşı eli bağlı durmasını zayıflık ve acizlik değil, belki fikren o kuvvetlerle ortak bulunmasına bağladıklarını kabul etmelidir ki bunun en ağır ve en yaman cezalarını da yine bu kötü talihli millet çekmektedir.” (20 Mart 1920, Alemdar) (33)
“Kendilerine haksız yere Kuvayı Milliye adını veren, yıllardan beri kanlı pençeleri altında inlettikleri zavallı milletin sakin adını bu son cinayet isteklerinin tatminine âlet etmekten de çekinmeyenlere karşı bütün milletin birleşik sinesinden kopan lânet ve nefret sesine en yiğitçe tercüman olanların başında hiç şüphesiz tarih, Ahmet Aznavur adını kaydedecektir…. Ahmet Aznavur bey, millî olmayan kuvvetlere karşı savaşı genişletmiş ve önemli başarılar kazanmıştır.” (22 Mart 1920, Alemdar) (34)
Anadolu Harekâtını tutan gazetelere çatarak; “Ukala dümbelekleri. Çeteye mensup gazeteler… Zorla değil ya bu memleket İttihatçıları ve İttihatçıların parmaklarını sokarak lekeledikleri Kuvayı Milliye’yi istemiyor. Onların kafalarına vurmak lazımdır. Bu memleket inşallah onların kafalarına adalet kazmasının inmesini yakında görecektir.” (22 Mart 1920, Alemdar) (35)
Anadolu Harekâtını tutan gazetelere çatarak; “Yılan Hışırtısı… Gizlendikleri kovuklardan gözlerini parıldatan yılanlar, nihayet dün dillerini çıkardılar. Bu zehirli yaratıkların kafaları ezilmeli. Bunu Hükümet’in dikkatine sunuyoruz.” (13 Nisan 1920, Alemdar) (36)
“Hükümet’in icraatından memnunuz ve bununla öğünüyoruz. O ne maskaralıktı yarabbi? Kuvayı Milliye adı altında hareket eden eşkıya, İstanbul’da bir şube açmak ihtiyacı duymuş olacak ki, mebus namıyla şuradan buradan birkaç kişiyi Fındıklı Sayı’na göndermişti. Bunlar mebus değil, çetenin yardakçılarıydı. Mustafa Kemâl emrediyor, onlar da ötüyorlardı.” (15 Nisan 1920, Alemdar) (37)
“Kesinlikle anlaşılmıştır ki, Kuvayı Milliye, zehrini İttihat ve Terakki’den alıyor. Zaten böyle olduğunu, takip edilen hatt-ı hareket ispat eylemiştir. Ankara’ya toplananlar hemen hemen genellikle İttihat ve Terakki ile önceden beri uzaktan yakından temas etmiş adamlardır.” (17 Haziran 1920, Alemdar) (38)
Refik Halit (Karay)
İttihatçı karşıtı ve koyu bir Hürriyet ve İtilaf taraftarıdır. Hürriyet ve İtilaf partizanlığı ile Millî Mücadele düşmanlığı yapmıştır. İngilizcidir. 150’liklerdendir. Sürgün döneminde Halep yakınlarındaki Cuniye kasabasında yaşamıştır. 1938’deki aftan sonra Türkiye’ye gelmiş ve Tan gazetesi ile diğer bazı gazete ve dergilerde çalışmıştır. 1965 yılında ölmüştür.
“Bizim için tutulacak yegâne kurtuluş yolu Mütarekeden sonra, hemen İngiltere devletiyle beraber yürümek için siyasî girişimde bulunmaktı. Bunu nedense yapamadık. Memleketin zırlak, çatlak, hımhım bir sesi, bir İttihatçı sesi vardı ki, bütün serap olan ümitlerden sonra hâlâ bu devletin yarını ile uğraşıyor, hâlâ burnunu her şeye sokuyordu…..
Ve özellikle Amerika’nın hayâlî mandasıyla bir hayli vakit kaybettik….. O zaman hükümet doğrudan doğruya İngiltere politikasını takip eylemiş, İngiltere’nin yardımını talep ve emin etmiş olsaydı, yine vakit kazanmış, boş yere lâfı güzaf ile kendimize fena partiler çıkartmış olmayacaktık. İttihatçı gazetelerin büyük bir kısmı da doğrudan doğruya “bağımsızlık” diye bağırıyorlardı. Asıl savunulan nokta “bağımsızlık” değil, İttihatçıların gerçek mahiyetini bilen İngilizlerden uzak kalmaktı…..
Bağımsızlığa bütün kuvvetimizle taraftarız. Fakat bunu yalnız başımıza devam ettiremeyecek bir durumdayız. Mütarekeden sonra doğrudan doğruya İngiltere’ye meyletmiş bulunsaydık, o zaman ortada iyi niyetimiz söz konusu olacak, bu zavallı milletin zorla İttihatçıların eliyle felâkete sürüklenmekten artık bıkmış, usanmış olduğunu medenî âleme açıkça söylemiş bulunacaktık. Bizim için milletlerarası bir yönetim felâkettir. Türkiye veyahut İstanbul milletlerarası bir yönetim ile gitgide Girit’e benzer. Bunu dilemeyiz. Çünkü şimdiye kadar mütereddit bir hareket tarzı takip eylemenin cezasını görüyoruz…..
Bundan ötürü bizim için yapılacak şey, bir tek devletin siyasî beraberliğidir. O devlet de İngiltere’den başkası olamaz, olamaz, olamaz.” (9 Ocak 1920, Alemdar) (39)
“Bunlar Onlar Değil mi?
Kimdir bu millet kurtarıcısı ki, arkadaşları gibi ihtilâl ve isyan silâhı ile kanunları parçalamış, iradeleri yırtmış, pazu zoruyla meydana çıkmış, gururlu ve emredici, “Türk’ü kurtaracağım” diye haykırıyor? Şu Vatan ve Millet menfaatine aykırı olarak girilen savaşta, bugün kurtaracağını iddia ettiği neslin yarısını keşke o zaman Enver’in emri atında, Almanların maiyetinde akılsızca ve müsrifçe harcayıp tüketmeseydi! Kimdir şu hatip ki kürsüden halka “sizi kurtaracağız” diye bağırıyor? Onlar bizim bildiklerimiz değil mi? Millî tüccar olup kanımızı fahişelere emdiren külhanbeyler, çeteler yapıp tabanımızı satırdan geçirten başıbozuklar, ceplerindeki altınlarını namus ve ırza tecavüz için destekleyen uşaklar, damatlar asan, Padişahlar süren nüfuzlu kimseler bunlar değil mi? Artık size kimse ne Osmanlı tahtı, ne de Osmanlı ülkesinin geri kalan kısmını emniyet edebilir?..” (16 Ocak 1920, Alemdar) (40)
“Bizim bağımsızlığımız.
…Durumun lehimize tecellisinden bahsettiği sırada bunun başlıca sebebini “Harekâtı Milliye” olmak üzere ima etmek istiyor. Pek de açıkça ısrar edilmeyen bu imaya ne yalan söyleyeyim epeyce güldük. Hâlâ idrak etmek istemiyorlardı ki, “Harekâtı Milliye” namı altında döndürülen bütün o karışık dolapların maksat ve gayesini artık bilmeyen, anlamayan kalmadı. Neler yapıldığını ve yapılmakta olduğunu da artık kör gördü, sağır işitti.” (20 Ocak 1920, Alemdar) (41)
“Bir zaman Rumeli’de ‘Süngü’ler, ‘Top’lar çıkaran İttihat ve Terakki şimdi de Anadolu’da ‘İzmir’e Doğru’, ‘Müdafaa-i Milliye’ler çıkarıyor. ‘Süngü’, ‘Top’ ne derdi? Bugün ‘İzmir’e Doğru’, ‘Müdafaa-i Milliye’ ne derse onu derdi: Küfür, iftira, meydan okuma, savaş ve hile teranesi… Efendiler, ‘Süngü’ ve ‘Top’ Rumeli’ye hayır getirmemişti. Korkuyoruz ki aynı tezvirler, aynı meydan okuyucular ve aynı aptallıklarla dolu bugünkü ‘İzmir’e Doğru’lar, Müdafaa-i Milliye’ler de sevgili Anadolu’muza felâketler getirmesin?” (30 Ocak 1920,Alemdar) (42)
Refik Halit, 2 Şubat 1920 tarihli yazısında; İstanbul’da toplanan Meclis’e, Anadolu’dan seçilen mebusları şöyle aşağılamaya çalışır:
“Topuna Hoş Amedi.
Merhaba Sivas kuzuları, Ankara keçileri ağıla mı geldiniz? İttihat sürüsünden yeni çobanbaşı, millet paşası mı sizi seçip ayırdı? Tüylerinizi kabartıp, boynuzlarınızı varaklayıp, sırtınızı kınalayıp bize sizi o mu hediye gönderdi? Boynunuzdaki tasmayı da o mu taktı? Kösemendiniz kimdir? Sivas’ın şu Karakeçisi mi? Yoksa Karaman “kahraman” kuzusu mu? Niye Koç Ankara’da kaldı? Âdeti uzaktan mı toslamaktır?...” (2 Şubat 1920, Alemdar) (43)
“Yeni Bir Yavru Daha.
Bereketi bol olsun, başımıza bir Millî daha çıktı, geceler bir Millî daha doğurdu. Millet anamız yine varlığını gösterdi. Ortaya bir Millî yavru daha attı: “Millî Misak”... Aman Allahım! Söylenmesi ne güç, ne çirkin, ne gayrı millî bir kelime!... Galiba Millîler yarım düzineyi geçti….Millî Kongrenin ne fırıldak olduğunu seçimlerde öğrendik. Millî Blok da bir tür dalavere idi.…. Kısaca bu Millîlerin ne biçim marifetler olduğunu cümle âlem anladı, acaba “Millî Misak” nedir?” (2 Şubat 1920, Alemdar) (44)
“Kuvayı Milliye adı altında yaptıkları kötülükleri alkışlaya alkışlaya bu milletin başına bu felâketleri getirenleri asla unutmayınız…” (19 Mart 1920, Alemdar) (45)
“Genel savaşta cahilce hesaplarından başka bir şey göstermedikleri halde, mütarekeden sonra Zaloğlu Rüstem kesilen o serserilerde bir zerre namus ve haya olsa, bir zerre vatan muhabbeti bulunsa, sebebiyet verdikleri bu faciaya karşı beyinsiz kafalarını çoktan patlatırlar, uğursuz varlıklarına nihayet vererek kurban eyledikleri mağdur milletin içten gelen âlicenaplığına mazhar olurlardı.” (23 Mart 1920, Alemdar) (46)
ABD Mandası Taraftarı: Ahmet Emin (Yalman)
Okuyucu mektubuna verdiği cevapta Amerika’yı tercih sebeplerini şöyle açıklıyor: “Amerika tarafsızdır. Türkiye’den uzaktır, çıkar peşinde koşmaz, sermayesi boldur…” (21 Aralık 1918, Vakit) (47)
Kütahya’da sürgünde iken yazdığı yazı: “Vekâlet ve bağımsızlık: Amerikalılar bizim öğretmen ve yol göstericimiz olmalıdır. Bu kararımızı Milletler Cemiyeti’ne de bildirelim. Dünya karşısında eksiğimizi itiraf etmek ayıp değildir.” (7 Haziran 1919, Vakit) (48)
“Dışardan hiçbir izaç ve müdahaleye maruz kalmasak bile, bağımsızlığımızı şimdilik yalnız başımıza devam ettirmeye muktedir değiliz. Bir süre hayırhah bir yol göstericiden ders almaya ve müzaheret görmeye mecburuz.” (31 Temmuz 1919, Vakit) (49)
“Müzahereti bize teklif ettirmelerini beklemek yanlıştır. Bunu biz isteyelim…” (8 Ağustos 1919, Vakit) (50)
“Amerika’nın Türkiye mandasıyla, Türkiye topraklarının sahipsiz olmadığı anlaşılacaktır. Başka bir çözüm tarzı yoktur.” (25 Ağustos 1919, Vakit) (51)
“İddia ediyoruz ki, bizimle sırf insanî açıdan ilgilenecek, sonra kendi kendine çekilip gidecek bir devlet vardır ve o Amerika’dır.” (1 Eylül 1919, Vakit) (52)
ALEMDAR VE PEYAMI SABAH GAZETELERİNE GÖRE: YUNAN İŞGALİNE KARŞI BİR HAREKET YAPMAMAK GEREK!
Alemdar gazetesinin 23 Mart 1920 tarihli nüshasında “Ayın.Elif.Kaf.” imzalı bir yazı yayınlanır. Bu yazıda, işgalci Yunanlılara karşı bir hareket yapılmasının İtilaf Devletlerini kızdıracağı şu şekilde –şerefsizce- hatırlatılır:
“İdrak edilemedi ki, Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletlerinin kırgınlığına sebep olur….. Yunanlılar İtilaf Devletlerince işgaline muvafakat edimli olan bütün havaliyi istila etmişlerdir. Bu durum bir gerçek, fakat pek acı bir gerçek şeklinde karşımızda dururken ve feci gerçeği görmemek için ancak deli olmak lazım gelirken, bir kısmımız Yunanlılardan başka İtilaf Devletlerine karşı da kuvvetimize dayanarak hakkımızı müdafaa etmek kabil olacağı zannına kapıldılar. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!...” (23 Mart 1920, Alemdar) (53)
Kezâ, Ali Kemâl’in yazdığı Peyamı Sabah gazetesinin 12 Temmuz 1920 tarihli nüshasında Adalet Bakanı’nı şu demeci yayınlanır:
Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi’nin demeci: “Hükümet, Yunan ordusunun ileri hareketini protesto etmek niyetinde değildir. Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza dahil olan Mustafa Kemâl’e ceza verme işini yapıyor. Bu hareket zorlukla karşılaşmaz. Mustafa Kemâl’in ordusu haydutlardan, yağmacılardan, sabıkalılardan kuruludur.” (12 Temmuz 1920, Peyamı Sabah) (54)
Rıza Tevfik ve Cenap Şahabettin
Bu sırada, devrin bazı müderrisleri de (üniversite hocaları) işgalci emperyalistlere yaranmaya çalışır bir şekilde Türk kimliğini inkâr ederek, millîci vatanseverlere karşı duruşlarını açıkça gösterirler. Meselâ, 30 Mart 1922 günü İstanbul Darülfünununda (=üniversite) düzenlenen bir konferansta Rıza Tevfik, Türklüğe karşı nefretini şu şekilde açıkça söyler:
“Fuzulî Türk değil, Acemdir. Türkün yüzyıllar boyu bileğinde salladığı kılıcından başka ne var? Hâlâ İstanbul’da oturabiliyorsanız bunu Büyük Devletlerin İslâm âlemine karşı hürmetine borçluyuz.” (55)
Öğrencilerin protestoları üzerine onları tehdit edercesine bağırır ve işgalcilerin emniyetine dayandığını belli eder. Bundan sonra Rıza Tevfik, kürsüden inmek zorunda kalır. Hürriyet ve İtilaf taraftarlarının koruması altında salondan çıkarılır. Bu konferans sırasında Rıza Tevfik’in bu konuşmaları büyük bir tepkiye yol açar. Öğrenciler, okul yönetimine verdikleri dilekçeyle Hüseyin Daniş, Rıza Tevfik, Ali Kemâl, Cenap Şahabettin ve Barsamyan’ı millî hisleri encide edecek harekâtta bulunduklarını belirterek şikayet ederler (56).
Bu kişilerden, Cenap Şahabettin, meselâ, Bursa’nın düşüşünden sonra 8 Temmuz 1920’de yazdığı yazıda şunları söyler:
“Neden üzülüyorsunuz? Yunanlılar bizim menfaatimize çalışıyorlar: Memleketi eşkıyadan kurtarıyorlar!..” (57)
Yine Cenap Şahabettin, 1 Mart 1922 tarihli Revue de Deux Mondes dergisinde yayınlanan demecinde Türklük aleyhinde şunları söyler:
“Türkler bilim ve medeniyet alanında hiçbir şey yapmamışlar, hiçbir eser vücuda getirmemişlerdir. Ne bir mezhep, ne bir felsefe, ne bir sanat yaratmamışlardır. İslamiyet’te yetmiş iki tarikat vardır, bunlardan hiç biri bir Türk tarafından kurulmamıştır. Tefsircilerimiz bir takım naslar etrafına ekler yapmakla yetinmişlerdir. Bunların eserleri tamamıyla skolastiktir. Bu edebiyat dört yüzyıl durmadan Arap ve Acem kaldı, sonra birdenbire batılılaştı, daha doğrusu Fransızlaştı. Her ne kadar halk türkülerimizde bazı güzel eserlere rastlanabilirse de bunlar da o derece önemli değildir.” (58)
Mütareke basınının bu terbiyesizce çıkış ve inkârlarına karşı, millîci basın elbette susmaz ve her zaman gerekli cevapları verirler. Meselâ, Cenap Şahabettin’in bu açıklamasına karşı, Yakup Kadri, 25 Mart 1922 tarihli “Bir Züppenin Tekâmülü” başlıklı yazısıyla şöyle yazar:
“İşte bunlardan (züppelerden) birisi geçenlerde büyük bir Fransız dergisine maneviyatındaki züppelik çıbanının bütün irinlerini dökmüştür….. Evet Türk milletine karşı bu iftiralarda bulunan bir züppe azmanıdır. Züppeliği ilk defa olarak Türk edebiyatına sokmak suretiyle Türk’ün millî kültürüne saldırmış Türk düşmanı bir Türk edibidir ve onun bu sözleri büyük bir Fransız dergisinde Türklerin gerçek mahiyetini ve değersizliğini gösterir bir vesika, bir tanık olarak yayınlanıyor.” (59)
İzmir'de "Köylü" Gazetesi
İstanbul dışında da bazı yerlerde bu tür işbirlikçi basın mevcut olmuştur. Meselâ, İzmir’de çıkan Köylü gazetesinin sahibi Mehmet Refet, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra Yunanlılarla işbirliği yapar ve gazetesi satış yapamaz. Bu gazete, işgal boyunca Yunanlılar tarafından finanse edilir. Gazete İngiliz kurtarıcılığını över.
Köylü gazetesinin 6 Haziran 1921 tarihli nüshasında İngilizler hakkında düşünce babalığa kadar götürülerek şöyle bir yazı yayınlanır:
“Gerçekten Baba Dostu İmiş!
Eski baba dostları vardır; komşuluğun ve kahvenin kırk yıl hatırını sayanlar; mahallede bir haşarı çocuk türedi mi on babası gibi yola getirmeğe, öğütlemeğe başlarlar. Gerekirse kulağını çekmeye kadar giderler. Bizim de eski baba dostlarımız var. Denizlerin ve karaların hakimi olan bu baba dostumuz öteden beri dediğimiz gibi İngilizlerdir.
Her vakit yazdığımız ve sırasını düşündükçe pek acılı olan bu gerçeği ortaya sürdüğümüz gibi savaşın en koyu ve ateş saçtığı günlerde uçaklarla şehrimize attığı bildirilerde ‘Ey Necip Türk Milleti; İngiltere’nin sizin ile bir husumeti yoktur; onun gözü sizin başınıza geçip Türkiye’yi ve Türkleri sefaletten sefalete ve uçurumdan uçuruma sürükleyen bu tutumlarıyla dünya barışını ve insanlar arasındaki yardımlaşma ve kardeşliği tehdit eden kimselerdir’ diyen ve mütareke başlangıcında da ‘Türk âlicenap ve asil bir kavimdir’ hitabesine mazhar eden o koca İngiltere bugün yine en tehditkâr bir durumda iken dünkü nüshamızda geçirdiğimiz notasında da Türklere karşı geleneksel ve tarihî olan dostluğundan ve onlara beslediği sevgi hissi ve sahabetinden söz açıyor; ve artık saptığınız çıkmazdan dönünüz, demek istiyor.
O İngilizler ki bizi arkalamış olmalardı yüz yıl önceden nam ve nişanımız ortadan kalkacak ve bu bakir topraklarımız Moskof facirlerinin kirli çizmeleri altında o vakitten ezilecekti; bu belki de bugüne kadar Ruslaşacak ortadan kalkacaktık….. Yüzyıllardan beri Moskofların bu dileğine engel olan ve biz Türkleri kurtaran hep o İngilizlerdir.
İşte bugün yine İngilizler biz Türklere bir kulak burkması daha yapıyorlar ve diyorlar ki; uslu oturunuz, Bolşevikleri, Afganı, Turan’ı şurayı burayı kurcalamayınız… Tabiidir ki bu öğütleme ne Türk’ün meşru yani padişah ve halifeli hükümetine ve ne de öz Türk olan Türklüğüne, dinine, milliyetine candan sarılan biz Anadolulara değildir.
Bu öğütler, padişahına karşı ayaklanan ve Anadolu’yu baştan başa yakarak en sonunda halvet, safvet ve ismetine Bolşevikliği, o din ve vatan düşmanını davet edenlerdir. Bunun için İngilizler de son notalarını İstanbul hükümeti aracılığıyla Ankara’ya ulaştırmışlardır.
Ankara milletine pek çok fırsatları kaybettiren o Bolşevik hükümeti millet ve memleketin başına bütün felaketleri getirdi. Ele geçen bütün fırsatları kaçırdı. O fırsatlar ki icat etmek lazım gelirken ayaklarımıza kadar gelmişti. Mütarekeyi bozduran, mandaları kaçıran, manatık-ı muavenetleri işgallere, işgalleri istilalara vardıran, istilaları Türk’ün göbeğine kadar yaptıran ve her serseri ve serkeş tutumuyla mülk ve milleti uçurumdan uçuruma sürükleyen hep odur. O Ankara hükümeti değil midir ki Türk’ün elinde ve avucunda kalan bir avuç toprakta bağımsızlık ve inkişaf-ı tammını darbelemiş ve o elim Sevr muahedesini başımıza çıkarmıştır.Yine o Ankara değimlidir ki İzmit’te İngilizlere silah çekerek başımıza dört cihanın belasını toplamıştır.
O Ankara değimlidir ki Londra konferansına velev ki aracısız davet edilmiş ve tanınmış olduğu halde bu nimeti takdir edemeyerek ve bu fırsattan da yararlanma yolunu bilmeyerek Bekir Samiler ile Londra’da görüşmelere giriştiği halde diğer taraftan el altından Bolşeviklerle konuşmayı ve Kars ile Batum’u işgale kalkışmış ve bu tutumuyla da İngiltere’nin teveccüh ve itimadını büsbütün kaçırmıştır.
Bize kalırsa bu son fırsat ve son öğütlemedir. Bu öğütleme bir nota ile İngiltere’den yapılırken bu doğru sözleri Türk’e dost saydığımız Kont Isforza ile Tan gibi Türk’e dost görünen gazeteler ağzından da işitiyoruz. Demek ki dost bildiğimiz ve düşman saydıklarımızın hepsi Ankara’yı itidale davet etmekte bir kafadadırlar. Bunlar aksi haldeki hareketlerin Türkiye’nin nikbet ve felaketini izhar edeceğini ve bütün memleket vebalen Kemalistlere ait ve cari olacağını açıktan açığa ağız birliğiyle söylemektedirler….” (60)
Adana'da "Ferda" Gazetesi
İlk sayısı 1 Arlık 1918’de Adana’da çıkan Ferda gazetesi, 1921 yılına kadar çıkmıştır. Gazete, sürekli olarak işgalcilerin emelleri doğrultusunda ve Millî Mücadele’ye düşman bir şekilde yayın yapmıştır. Hatta kimi yazıları küstahçadır. Sahipleri olan üç kardeş, Alî İlmî Bilgili, Mesut Fani Bilgilî ve Zeynel Abidin, 150’liklerdendir. 1938’deki aftan sonra Ali ve Mesut Türkiye’ye dönmüş, Zeynel ise yerleştiği Bağdat’ta kalmıştır.
“Anadolu, Mustafa Kemâl zorbasıyla mücadele ediyor.” (19 Mart 1920, Ferda) (61)
“Yunan’a hasımız. İngilizleri zaten gücendirmişiz. Ve işte ufaktan ufağa her gün biraz daha Bolşevik siyaseti gösteren eşkıyamız, içlerinde cidden bize hayırhah olanların az olmadığı Fransızlarla da bugün bizi büsbütün bozuşturacak bir vaziyet alıyorlar. Köylümüz korkarım istilasından kurtulamayacağımız Bolşevik hastalığının ne demek olduğunu bilmiyor.” (19 Nisan 1920, Ferda) (62)
“Yalnız Fransızlar Türklerin dostudur.” (20 Nisan 1920, Ferda) (63)
“Hafız Mahmut’un Bildirisi:
Ey ahali! Yunan’ı bile İzmir’den çıkaramayan Kuvayı Milliye denen eşkıya kuvvetine inanmayınız. Bunlar Fransızları Adana’dan nasıl çıkarır?” (20 Mayıs 1920, Ferda) (64)
Toroslara çekilen Adanalılara sesleniyor: “Nereye Efendiler! Adana’yı kurtaracaktınız. Tabana kuvvet kaçıyorsunuz!” (29 Temmuz 1920, Ferda) (65)
“Kahraman Delibaş’ın başarısı üzerine Düzme Mustafa’nın kaçmaya hazırlandığı söylenmektedir. Milliyetçi namı altında milleti soyup mahveden alçakların, hainlerin yakında tamamen belayı bulacakları muhakkaktır.” (18 Ekim 920, Ferda) (66)
“Milliyetçilik ve çetecilik, soygunculuk ve yağmacılık demektir. Onların amacı, milleti soymak, aç bırakmak ve tamamen öldürmektir.” (20 Aralık 1920, Ferda) (67)
İşte “Mütareke basını” budur, bunlardır!..
Bunların sayısı, öyle fazla olmamıştır! Ama işgalci emperyalist devletlere dayandıkları için her türlü imkâna sahip olmuşlar ve sürekli olarak Millî Mücadele’yi engellemeye çalışmışlardır!
Bu bir avuç teslimiyetçi, işbirlikçi yayın ve yazara karşı, İstanbul’da ve yurdun her tarafında birçok yayın, Millî Mücadeleyi desteklemiş ve halkı işgalci emperyalistlere karşı uyardığı gibi, moral ve bilgi vermiştir!..
Mütareke basını, bugünleri anlamak için önümüzde duran tarihî bir örnektir, bir derstir!
Mütareke basını, sürekli olarak zayıf olduğumuzu, “batılı büyük devletler”e karşı gücümüz olmadığını ve onlara karşı koyamayacağımızı, onlara karşı gelmenin ve bağımsızlık istemenin çılgınlık, millîcilerin ise eşkıya kafalı olduğunu; bu sebeplerle “batılı büyük devletler”e boyun eğmemiz ve onlardan yardım talep etmemiz gerektiğini telkin ederek, her türlü direnişi kırmaya, zayıflatmaya ve yok etmeye çalışır!
İşte geçmişin bu dersine bakarak, günümüzdeki Alemdar, Peyam- Sabah, Köylü ve Ferda gazetelerinin hangi yayın olduğunu; kezâ Ali Kemâl, Refi Cevat, Refik Halit ve Cenap Şahabettin ile Rıza Tevfik’in kimler olduğunu görmek zor değildir!..
Nasıl ki, geçmişte işbirlikçi basının telkinlerine itibar edilmedi ise, bugün de çocuklarımıza bu toprakları vatan olarak bırakmak istiyorsak, aynı kararlılık ve uyanıklık ile hareket etmemiz lâzımdır!.. Bu bir vatanseverlik, bu bir insanlık gereğidir!..
Bilge Orhunlu
--------------------------------------------------------------------------------
Notlar
1) Celâl BAYAR, Ben de Yazdım Millî Mücadeleye Gidiş, C:7, Sabah Yay., İstanbul-1997, sah:102
2) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C:II, TTK Yay., Ankara-1994, sah:494; kısmen aktarma Hıfzı TOPUZ, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul-2003, sah:109
3) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C:III, TTK Yay., Ankara-1995, sah:16; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
4) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:160; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
5) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:194; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
6) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:407; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
7) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, TTK Yay., Ankara-1996, sah:160; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
8) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:184
9) TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109
10) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:384
11) M.Nuri İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, Der Yay., İstanbul-2002, sah: 344
12) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:504
13) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:565
14) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:IV, sah:587
15) Zeki SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, TTK Yay., Ankara-1993, sah:86; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
16) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:168; Ferudun ATA, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, TTK Yay., Ankara-2005, sah:141
17) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:169 ATA, Tehcir Yargılamaları, sah:141
18) ATA, Tehcir Yargılamaları, sah:172
19) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:202; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
20) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:205; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
21) TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
22) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:269; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
23) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:291; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
24) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:381; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
25) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:57; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
26) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:80
27) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:81; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
28) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:134; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:111
29) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:11
30) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:259; TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:112
31) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:47
32) TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:112
33) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:53
34) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:54-55
35) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:445; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:112
36) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:482
37) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:485
38) ATA, Tehcir Yargılamaları, sah:257
39) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:28-29
40) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:31-32
41) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:32
42) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:36; İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, sah: 342
43) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:37-38
44) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:39
45) İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, sah: 343
46) İNUĞUR, Basın ve Yayın Tarihi, sah: 343
47) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:70
48) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:I, sah:310
49) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:16
50) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:35
51) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:69
52) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:81
53) ILGAR, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, sah:37-38
54) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:123; kısmen aktarma TOPUZ, Türk Basın Tarihi, sah:109 (Topuz’da bu demeç sanki Ali Kemâl’in yazısı gibi aktarılmıştır-BO)
55) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, Kaynak Yay., İstanbul-2004, sah:180 56) Bu öğrenci protestosu için bknz: SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:175 vd; Zeki ARIKAN, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, Atatürk Ar. Merk. Yay., Ankara-1989, sah: 125 vd.
57) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:206
58) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:179
59) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Gençliği, sah:179
60) ARIKAN, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, 183-185
61) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:480
62) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:II, sah:492
63) Gotthard JAESCHKE, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, (C:1), Ankara-1970, sah:99
64) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:49
65) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:148
66) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:249
67) SARIHAN, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C:III, sah:335
Türk Yolu Dergisi, Mart-Nisan 10. Sayısın'nda yayınlanmışdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder